Müzik bazı şeyleri bastırmanın en iyi yoluydu. Duyacaklarımla daha fazla kırılmasın ve katılaşmasın kalbim diye kulaklarımı sağır edercesine dinlediğim o müziklerin enerjisi de değişiyor hislerimle beraber. Ne kadar hariçten gelen seslerin içimdeki surları yıkmasına engel olması için dinlesem de müziği, bu sefer dahilden gelen sesler beni içimden yıkıyorlar. Söyler misin sevgili gönül haritam, bu kalp kıranlar nasıl hesap verecek? Bugün bir kelamıyla içimizi paramparça etmeye gücü yeten insanlar mahşer gününde de bir sözüyle bu hesabın üstünden gelebilecekler mi? Ya da bir kelam etmelerine izin verilecek mi orda?
Bazı şiirlerin, bazı şarkıların, nağmelerin, alıntıların kalbimize tercümelik vazifesi taşıdığını öğrendikten sonra onlar da teselli buldum. Bazı ayetlere sığındım, onlarla yaşama tutundum. Yeri geldi ve Rabbim bana; "Şimdi güzelce sabret." dedi. Yeri geldi yüce Allah bana: "Göğsünün daraldığını biliyoruz." dedi. Yeri geldi Hüsnü Akar'ın "Bir dağ yıkılıyor ah, içerimizde. " mısrasıyla yüreğimin sitemini işittim. Ve Mehmet Akif'in şiirinde ki şu cümleyle bu sefer yüreğime ben sitem ettim:"Dili yok ki yüreğimin, ondan ne kadar bîzârım. " Kendi kendime kavga ettim. Hep karşımda ben vardım. Tek adavet beslediğim benliğimdi. Ama ne söylesem, ne yapsam bu içimdeki kavga bir netice bulamadı. Ve sonra anladım ki şu beşerin şarkıları benim yalnız kulağımı sağır etmemiş, kalbimi de sağır ve dilsiz kılıp üstüne bir de beni hep buhrana itmiş. Ve anlıyorum ki bu beşeriyyet yalnızca suçluyu ortaya çıkararak beni yıpratırken, yüce Allah ayetleriyle bana reçete verip kalbimi tedavi ediyor, dilimin bağını çözüyordu.
Göğsümü açacağım kimsem yoktu Allah'ım. Sana geldim. Ben açmadan sen gördün benim yaralarımı. Benim lal yüreğim bir şey demeye çalışmadan sen gördün ondaki kör düğümleri. Sana geldim Rabbim. Güvenimin kimseye kalmadığı, direnecek gücümün olmadığı, dudaklarımın artık bir şeyleri anlatmaya mecalsiz, takatsiz ve kıdemsiz kaldığı şu lahzada senin önünde sana secde ediyorum Rabbim.
Hadi eselim, hüzün yılını geride bırakıp gezelim. Güzün bitebildiğini yazdan öğrenip bırakalım tufanlara gebe yağmurları. Biz güneşe yelken açalım. Güneşi severim elbet, ama gecesi olmayan gündüzü neyleyim? Ayı severim elbet, ama yanılsamaları neyleyim? Ve en çok da yağmuru severim. Sanki bir şey değişecekmiş gibi umutla sert kayalara, taşlara yağan yağmuru severim. Ama zeval bulmayan, nihayetsiz yağmuru neyleyim? Hadi eselim ve diyar diyar gezelim. Gözlerimin gülen insanlar aradığını görüyorum. Gülüpte yüreği kan, revan olan insanları. Gözlerim, diyorum, gülen insanlar arıyor. Bir trajedi duymak isterseniz hilal gibi kıvrılmış dudaklara bakın. Size kendi mâvalinizi unutturacak bir hikayeye şahit olmaya hazır olun. O hilal sadece bir yanılsamadır. O hilal sadece bir hüznün yansımasıdır. Ve arıyor gözlerim hâlâ gülen insanları. Gülüpte sînesinde bin bir gül öldüren insanları. Ama görüyorum ki bütün insanlar somurtuyor. Sanki hepsinin kendi bedenlerinden ağır dertleri varda altında eziliyormuş gibi düşük omuzlar görüyorum. Gülen insanlardan daha da yalancıydı bu somurtkan insanlar. Nihayetinde anlıyorum ki bir insanın düşük omuzlarını dikleştirebilmek için ve bükük dudaklarına bir hilal kondurabilmek için bir darbeye ihtiyaç duyardı insanoğlu. Parlayan gözlerden ey insanlar, parlayan gözlerden korkun! Zira onlar gözlerinde ışık olan değil pınarlarında gözyaşı taşıyan insanlardır.
ZEYNEP BARUT
Yorumlar
Yorum Gönder