YAKAZA ÂLEMİ

    

  


   Sevgili nefsim;

   Şuan adını bile bilmediğimiz bir mezarlıktayız. Kapıyı açtım. Kapının yağlanmamasından kaynaklı kapıdan ürkütücü bir ses geldi. Bir an içimi bir korku salıyor. "Girsem mi, girmesem mi?" diye arafta kalıyorum bir an. Bir his düşüyor yüreğime: Bu diyara girdikten sonra bir daha asla eski ben olarak çıkmayacağımı hissediyorum. Tam o sırada kalbimden bir fısıltı kopuyor:

"Sıkılmıştım zaten bu benden.

Yıksam şu beni,

Yaratsa yeni bir ben

Göçsem şu bendeki benden

Terketsem onu, aklı başına erse..."

Kalbimi dinledim ve kapının eşiğinden ayrılıp teker teker, yıkık dökük basamakları indim. Yürüdüm, yürüdüm... Nefes alıyorum, dedim, yürüyorum, düşünüyorum... Hâlâ bunları yapmaya vaktim var. Hâlâ yaşıyorum. Gayet abes ve sıradan gördüğümüz şeyler aslında ne kadar değerliymiş. Rastgele bir yere oturuyorum. Oturuyorum ölü sandığımız dirilerle. "Ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. " diye yazmıştı Said Nursi, onu yaşıyorum. Ey bitik insanlık! Ayaklarının altında ne muzdarip hayatlar var. Gözüme bir şey çarpıyor: Bu diyar ne kadar da huzurluydu. Çeşit çeşit çiçekler serpilmiş, kuşlar ötüyor, kelebekler uçuyor... Bu ölüler diyarı için fazla süslü ve diri geldi bana bu âlem. Bu kuşların mevcudiyeti ve şakımaları sanki bana "Ölüm yok!" diye haykırıyorlar. Evet, ölüm yoktu. Ruhlara ölüm yoktu. Sessizliğe gömülüyorum. Mezaristanda uykuya dalmış şu bedenlerin ne kadar yalnız olduklarını farkediyorum. Evet, yüzlerce mezar var burda ama ben dışında hiç bir diri beden göremiyorum bu diyarda. Düşünüyorum da Fatma'nın, Ayşe'nin, İbrahim ve Salih'in de bir zamanlar "Ben hep senin yanında olacağım. Sana bir şey olsa ben yaşayamam." diyen dostları, sevdikleri vardı. Ama şimdi hepsi bu zavallıları en dar günlerinde, toprağın altında bir başlarına bırakmış ve çoktan kendi hayatlarının hengamesinde onları unutmuşlardı bile. İnanabiliyor musun sevgili nefsim, Ayşe'nin o bakmaya doyamadığı yüzünü şimdi çiyanlar, yılanlar toprağın altında kemirmiş ve geriye sadece iskeletini bırakmıştı. 19 yaşında ölen Çetin, girmeyi planladığı o dünyevi sınavlara giremeden öldü. 

  Bir hayaldi bu âlem, bir göçte idi insanlık... Şaşıp kalıyorum girip girmeyeceğimiz bir muamma olan sınavlar için sağlığımızdan, zamanımızdan, eğlencelerimizden feragat eden biz insanların, girdiğimiz kesin olan o sınav için parmağımızı bile oynatmayışımıza. "Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun! "diye yazan Said Nursi'nin yazdığını yaşıyorum. Şaşıp kalıyorum parayla, makamla, bu dünya ile kurtuluşa ereceğini sanana! Rüzgar hafifçe esiyor. Güneş yavaş yavaş arkamda batıyor. Ve ben yazmaya doyduğumu hissediyorum ilk defa. Bu ölüler diyarında yazılan çok kitap var zaten. Ben burda yazamam. Burada kalem bana ait değil. Bu kısıtlı vaktimde, kendi kitabımın kapağı kapanmadan o bitmiş kitapları okuyup kitabımı temize çekmeliydim. İşte gidiyoruz sevgili kalbim. O eski benden ayrılıyoruz. Nurullah Genç'in mısralarıyla gidiyoruz:

"...Denizi gözlerime 

Fırtınayı ellerime alarak

Gidiyorum


...Benimle gelsin ıstırap 

Hayalin bittiği durak

Ne ihtiras ne de firak 

İnkılap benimle gelsin."


Zeynep Barut 

Yorumlar

  1. Kaleminden dökülenler hayatın birebir gerçekleri çok güzel yaziyorsun başarılarının devamını dilerim benim güzel zeynebim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim hocam iyi ki varsınız🥰🌸

      Sil

Yorum Gönder