Kuşların şakıması eşliğinde ve müziğin ritmi ile dans etmeye başladık yine sevgili kalemim. Gökyüzü ne kadar berrak bir mavi ile döşenmiş, ne kadar güzel bir şekilde beyaz bulutların o tatlı ahengi ile sonsuz maviye motiflenmiş nefeslerimiz. Nefesimi alıp verdiğimin farkına vardırıyor şu sabahın erken saatleri. Şu ânı yaşıyorsun, uyumuyorsun, diyor bana bütün uzuvlarım, bütün mahluklar ve bütün evren. Geçen gün test kitabımda şöyle bir yazı okumuştum:
"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük ancak siz göremeyebilirsiniz."
Ne kadar doğru. Her yanı kalın beton tabakalar kaplamış. Kocaman, kumdan, gurur kaleleri her yerde. Eskiden ne güzeldi oysa. En azından güneşi görebiliyorduk. Sinirlerim her geçen gürültülü arabadan sonra bozuluyor. O saçma sapan seslerin benim minik serçelerimin şarkısını bölmeye, yüreğimin sesini bastırmaya ne hakkı var? Bırakalım şimdi bunları, hiçbir şeyin bizim keyfimizi bozmasına izin vermeyelim. Ne diyorduk? Serçeler. Ne yaramaz, tatlı ve aynı zamanda... aynı zamanda kırılgan mahluklardı şu serçeler. Sesi güzel, kalbi güzel, yaramaz ve tatlı olan mahluklar çok kırılır bu hayatta. Çok güçlülerdir ama döktükleri ilk gözyaşları ölümüne sebep olur, tıpkı serçeler gibi. Böyle mahlukları görürseniz onları ağlatacak kadar üzmeyin olur mu? Çünkü hiçbir mahluğun yaşama hakkını elinden almaya hakkınız yok.
"Görmesem de susmuyor içim." diye fısıldıyor şarkı. Sana yazmıyorsam içim susmuş sanma ey gönül haritam. Zira insanların içi susmaz. Sadece görmez insan içinde neler olup bittiğini. İçine bakmaya üşenir ama herkesin kalbini, zihnini sorgulamayı kendine ibadet edinmiştir hâşâ.
Şakıyor hâlâ kuşlar. Yoldan kendine güvenen bir bay geçer, elinde tesbihini sallaya sallaya. Erkek olduğunun bilincinde olmasıdır ona bu güveni veren zannımca. Bir güvercin bir çatının deliğine konmaya çalışıyor, ama sığamayınca vazgeçiyor. Daha geniş olan çatının tepesine konuyor. İnsanda böyledir işte. Dünyaya sığamadığı için ölür. Sonunda ya sığdıramadığı iyilikleriyle cennete taşar ya da sığamadığı kötülükleriyle cehennemi boylar. Siyasetle aklını kaçırmış bir deli geçiyor yoldan. Ağzından çıkan sözler bana ister istemez "Ne saçma!" dedirtiyor. Yoldan geçen insanların ayak seslerini işitiyorum, uzakta çalışan bir çöp arabasının sesi, insanların pek yapmadığı şeylerden biri olan "muhabbet" denilen şeyi işittim, insanların hep yaptığı şeylerden biri olan "konuşmak" denilen şeyi duyuyorum, geçen arabaların sesini duydum ve serçelerim... Hâlâ şarkı söylüyorlar, onları duydum.
Zeynep Barut
Yorumlar
Yorum Gönder